Alba’daki Beyaz Trüf Mantarı Festivali’nin ardından müthiş bir otelde konaklamak için Alba’ya 20 dakika uzaklıkta olan Canale’ye gittik. Burası için çok heyecanlıydık çünkü üzüm bağları arasında bir tepede konuşlanmış, kendi şaraphanesi bulunan ve nefis bir restorana sahip tarihi bir villada konaklayacaktık.
Taksisiz Memleket!
20 dakika uzaklık yakın gözüken bir mesafe ama oraya gidişimiz bizi biraz uğraştırdı. Çünkü Alba’da taksi bulmak neredeyse imkansız. Yoldan geçen taksi yok. Taksi durağı da yok. Onu geçtim toplu taşıma ile de otele ulaşamıyorsunuz. Taksi bulma umuduyla tren istasyonuna gittik. Oradaki bir kafeye sorduk ve bize bir numara verdiler. Kafenin önünde oturan birkaç kişi bizim halimizden anlamış olacak ki yardım teklif ettiler. İçlerinden biri taksiciye telefon açtı ve istasyona çağırdı. Fiyat olarak da 50 Euro istediğini söyledi. Biz de kabul ettik. Sonra da biraz dalga geçer bir ifade ile sizi Maserati gelip alacak dedi. Ne demek istediğini pek anlamadık. Biraz da durumdan şüphelenmedik değil. Acaba bizi kazık mı yiyecektik? Korsan biri gelecek ve bizden daha fazla para mı alacaktı?
Maserati Taksi ile Yolculuk
Yaklaşık 15 dakika sonra gerçekten de beyaz ve dikkat çekici bir Maserati gelip önümüzde durdu. İçinden şapkalı, deri pantalonlu, güneş gözlüklü ve deri eldivenli bir şöför inip bize selam verdi ve aracın bagajını açıp bavullarımıza doğru yöneldi. Biz bu durumun gerçek olduğuna inanamadık. Gelen taksi gerçekten Maserati’ydi ve şöförü de filmlerdeki gibiydi. Şaşkınlıkla birbirimize bakıp durduk. Bavullarımızı bagaja koyduk ve araca binip Canale’ye doğru hareket ettik. Otele vardığımzda herkes bize bakıyordu 🙂 Epey havalı bir giriş yapmış olduk. Ertesi gün de şöförden bizi gelip almasını rica ettik ve tren istasyonuna yine aynı araçla gittik :).
Gelelim Villa Tiboldi’ye
Taksi ile başlayan güzel sürpriz Villa Tiboldi‘ye vardığımızda da devam etti. Otel gerçekten masalsı bir ambiyansa sahipti. Resepsiyonda check-in yaparken odamın upgrade edildiğini ve suit odada konaklayacağımı söylediler. Bu gerçekten çok güzel bir sürpriz oldu. Suit oda kocamandı ve müthiş bir manzaraya sahipti. Yuki ve Malia’ya hemen bir alttaki odada konakladılar.
Odamıza eşyalarımızı bırakıp hemen bahçeye çıktık. Hava çok güzeldi. Hemen bir prosecco sipariş ettik. Yanına da nefis bruschettalar istedik. Bir tarafta üzüm bağları, diğer tarafta yemyeşil kuzey İtalya dağları. Sonhabarın son demleri olması sebebiyle sararıp dökülen yapraklar da ambiyası daha da romantikleştirmişti.
Akşam Yemeği Otelde
Akşam yemeği için otelin restoranında önceden rezervasyon yapmıştık. Alba’daki fuardan aldığımız trüf mantarını restorana girdiğimizde garsona vererek yiyeceğimiz yemeklere eklemelerini rica ettik. Yemek olarak 5 tabaklı tadım menüsünü seçtik.
İlk tabağımız Vitello Tonnato’ydu. Yani ton balığı üzerinde dana eti. Yanında ton balığı ve kapari sos ile servis edilmişti. Bölgeye ait bu yemeği çok beğendim. Ton balığı ve et çok yakışmıştı birbirine.
Bir sonraki tabak çıtır yumurta idi. Panelenerek kızartılmış bütün yumurta üzerine trüf mantarımızı rendelettik. Çok lezzetliydi. Yumurta ve trüf mantarını zaten Alba’da da denemiştik ve gerçekten çok yakışıyor aromaları.
Ardından yine Piedmont bölgesine özgü olan bir makarna türü olan Tajarin servis edildi. Bu makarna Tagliatelle’ye benziyor ama özelliği 40 adet yumurta sarısı kullanılarak yapılması. Yine üzerine trüf mantarımızı traşlanarak sunuldu. Buna da bayıldık.
Ana yemek olarak ise ördek geldi. Yediğimiz tabaklar arasında en zayıf olan bu geldi bize. Ördek kereviz üzerindes servis edilmişti ve kerevizin tadı çok baskındı. Erik sos ise ördeğe yakışmıştı. Arkadaşlarımınki daha sertti benim ördeğim daha olması gerektiği gibi pişmişti.
Tatlımız ise tam Kuzet İtalya’ya yakışır bir tatlıydı. Alplerden esinlenerek sunulmuş farklı bir Mont Blanc yorumu servis edildi. Son derece yalın ama şık bir sunumdu. Tadı da çok lezzetliydi.
Kahvaltıya Bayıldık
Akşam yemeğinin ardından hepimiz yorgun olduğumuz için odalarımıza dağıldık. Ertesi sabah otelin kafesine sabah kahvaltısına indik. Açık büfe şeklinde bir pastanenin vitrini gibi bir büfe hazırlanmıştı. Her şey çok lezzetli görünüyordu. Garson ne istiyorsak ondan tabağımıza servis ediyordu. Harika İtalyan peynirleri, kişler, omletler ve reçeller vardı. Kendi yaptıkları ekmekler de çok lezzetliydi. Kahvaltının bir diğer güzel yanı köpüklü şarap da servis edilmesiydi ve dilediğiniz kadar içebiliyordunuz. En sevdiğimiz kısmı bu oldu diyebilirim.
Otelin Şaraphanesinde Tadımı
Otelden ayrılmadan önce şaraphanesinde misafirlere özel ücretsiz yapılan şarap tadımına katıldık. Otelden biraz aşağıda kalan üretimhaneye bağların arasından yürüyerek gittik. Giderken çok iyiydi ama dönüştü şaraphaneden aldığımız şarap şişeleri ile birlikte o tepeyi tırmanmak gerçekten yorucuydu. Şaraphanede bölgenin üzümlerinden yapılan birbirinden lezzetli şaraplardan tattık. Üretim aşamaları hakkında bilgi aldık. Bölgenin başlıca üzümleri Dolcetto ve Arnes. Ben bir şişe Dolcetto bir de magnum boy köpüklü şarap aldım. Magnum köpüklüyü kucağımda taşıdım o tepeleri aştım. Bavula attım, taa İstanbul’a kadar gelmeyi başardı ama 1 hafta sonra Bodrum’a giderken aracın bagajında kendi kendine patladı 🙂 Ne diyelim nazar mı?
YORUM BIRAKIN