Dünyanın en küçük ülkelerinden biri Malta. 316 km2’den oluşan 3 adadan oluşuyor, Malta, Gozo ve Comino. Nüfusun yoğun olduğu ada ve en büyüğü Malta. Gozo daha kırsal olan, Comino ise yerleşimin olmadığı adaları.
Malta 1000li yıllara kadar Arapların egemenliği altında yaşamış. Sonra St. John şövalyeleri gelip adayı alıyor ve uzun süre Malta’yı yönetiyorlar. Hatta Osmanlılar 30bin askerden oluşan bir donanma ile adayı kuşatıyor ama şövalyelerin elinden Malta’yı alamıyor. Hatta Malta’yı cengaverce savunan komutanları Jean De Valletta’nın adı bu yüzden başkente veriliyor. Ardından ülke bir süre Fransa, sonrasında ise uzun süre İngilizlerin egemenliği altında yaşıyor.
Sicilya yalnızca 194 km uzaklıkta Malta’ya. Bu sebeple stratejik açıdan da Malta hep Sicilya’ya karşı bir kale olarak görülmüş ve hep ele geçirilmek istenmiş. Bu kadar yakınlık elbette İtalyanların nefesini de adada hissettirmiş.
Tüm bunları neden saydım? Normalde blogumda tarih bilgisi pek vermem ama Malta’nın şimdiki halini anlamak için bunları bilmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü benim kafamda Malta İtalya veya Hırvatistan gibi bir yer olarak canlanıyordu. Gitmeden önce araştırmaya başlayınca öyle olmadığını anladım. Gittiğimde ise kafamda önceden canlandırdığımdan çok daha farklı bir ülke ile karşılaştım.
Neydi Beni Şaşırtan?
Malta tüm bu kültürlerin egemenliğinde yaşadığı için birçok yere benzeyen, kültürlerin birbirine karıştığı bir ada olmuş. İnsanları karışmış, dilleri karışmış, yemekleri karışmış. Mimari ve şehir yapısı olarak tamamen bir orta doğu veya kuzey Afrika şehrine ait bir yermiş görüntüsü veriyor. Şövalyelerce yapılan surlar ve eski şehir merkezleri Rodos’un eski merkezine benziyor. Yer yer sokaklar Lizbon veya Porto hissi veriyor. Şehir ve sokaklarında Avrupalıların dolaştığı ve yaşadığı bir Arap şehri havası var Malta’da.
Dilleri de aynı şekilde Arapça, İtalyanca ve İbranice’nin ortaya karışık bir türevi. Yer yer sanki İsrailde sanıyorsunuz kendinizi, yer yer Tunus’ta. Ayrıca diğer resmi dilleri İngilizce. O yüzden levhalar hem Maltaca hem İngilizce.
Sadece bununla da sınırlı değil. Mutfağı da bir o kadar karışık Malta’nın. Araplardan baharatları, kuruyemiş ve meyveleri, hamur işlerini (pastizzi) almışlar. İtalyanlardan peynirleri, pizzayı ve makarnayı, İngilizlerden tartları, Fransızlardan pişirme tekniklerini, Akdeniz’den doldurulmuş sebzeleri… Türklerden bile pişirme tekniklerini almışlar.
Yani anlayacağınız müthiş bir karışım var Malta’da. İnsan ben neredeyim oluyor burada kaldığı süre içinde. Biz biraz enteresan bir vakitte gittik Malta’ya. Genellikle hep yaz aylarında tercih ediliyor bu minik ada. Biz Turkish Airlines promosyonu olunca geçtiğimiz hafta yani Ekim ortası gittik. Orada yaşayanlara da sordum gitmeden nasıl olur diye ve herkes havanın halen muhteşem olacağını söyledi. Tabi malasef şansımıza kaldığımız 3 günün 2 günü yağmur yağdı. Moralimiz biraz bozuldu ama yine de keyif aldık.
Konakladığımız bölge Sliema. Burası merkezi bir şehir. Mağazalar, restoran ve kafeler yoğunlukta. Her yere eşit uzaklıkta. Yanı başı gece hayatı ile ünlü St. Julian’s şehri. Biraz güneyi başkent Valletta. Mdina’da 15 dakika uzaklıkta. O yüzden konaklama olarak uygun bölgelerden biri.
Bu arada Malta’da otopark problemi var. Otopark yok, sokağa park ediyorsunuz. O yüzden araba kiraladıysanız park yeri için dönüp duruyorsunuz. Bu arada araç kiralamayı düşünenleri uyarayıp, İngilizler soldan akan trafik geleneklerini buraya da sıçratıp gitmişler. O yüzden zorlanabilirsiniz uyarayım. Bir de trafik zaman zaman yoğunlaşıyor.
Bizim gittiğimiz dönem Malta’nın nispeten sakin dönemi olduğu için park konusunda bir kaç tur attıktan sonra zorlanmadan bulabildik. Ama yazın ne yapıyorlar hiç bilmiyorum.
Gezilecek Yerler ve Lezzet Durakları:
Valletta:
Başkent Valletta benim Malta’da en sevdiğim yer oldu. Sokakları çok güzel. Malta’nın mimarisinde renkli kapıların ve renkli cumbaların yeri büyük. Valletta bu tür binalarla dolu. Ana caddeleri trafiğe kapatılmış. Burada dükkanlar ve restaurantlar var. Ayrıca müzeler ve katedraller de mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. St. John Katedrali dıştan özelliksiz gibi gürünse de içi muhteşem. Detayları insanı büyülüyor. Valletta çevresindeki surlar çok güzel panoramik açıklar sunuyor. Buralardan yat limanları, koy ve yarımada manzaraları muhteşem görünüyor. Yemek yemek için Valletta’nın içindeki Is Suq Tal Belt adlı yemek marketinde birşeyler yiyebilirsiniz. Deniz ürünlerinden lokal Malta yemeklerine birçok alternatif var burada. Biz pulled beef sandwich yedik ve bayıldık. Bir de tabiki pastizzi bu kez bezelyeli olanını.
Mdina & Rabat:
Eskiden soyluların yaşadığı şehir Mdina şimdilerde Malta’nın zenginlerine ev sahipliği yapıyor. Sessiz şehir olarak da biliniyor. Cam işçiliği ile tanınıyor. Sokakları, binaları Orta çağdan beri aynı şekilde korunup kalmış. Game of Thrones, Monte Cristo Kontu vs burada çekilmesin de nerede çekilsin? Soluklanmak için buradaki Fonteanella Tea Garden adlı restaurant/cafe2ye gidilebilir. Keklerinin enfes olduğu söyleniyor. Biz oturduk ancak yağmur ve rüzgardan rahat edemedik ve kalktık. Aklım keklerde kaldı. Ama onun yerine Don Mesquito adlı çok şirin bir başka mekanda oturup birşeyler içtik.
Rabat ise Mdina surlarının dışında kalan şehir. Burada bir sürü restoran ve kafe bulunuyor. Trois’de biz birşeyler içmek için mola verdik şık bir mekan. Ta’doni ise sahibi Türk olan ve ev yapımı Malta yemekleri servisi yapan bir mekan. Bir Malta klasiği olan Tavşan yahnisini burada yiyebilirsiniz. Gayet başarılı. Bir diğer mekan ise en iyi pastizziyi yapan Crystal Palace adlı nostaljik fırın. Mutlaka ama mutlaka burada ricotta peynirli pastizzi deneyin. Hemen yan tarafındaki dondurmacıda (La Brioscia) ise ricotta peynirli cannoli yiyin. O da nefis. Biz Rabat’ın içindeki Parruccan adlı bir başka pastanede de yedik ama buranınki çok daha güzeldi çünkü içinde ricotta peynirli dolgu vardı. Diğeri sadece vanilyalı kremaydı.
St. Julians:
Burası adanın eğlence merkezi. Gece hayatı burada cereyan ediyor. Barlar ve kuluplerin çoğu burada. Aynı zamanda şık restoran ve kafelere de ev sahipliği yapıyor. Özellikle Spinola bay hem görsel olarak hem de mekanları bakımından çok beğendiğim bir yer oldu. Tarabya gibi bir koy ve çevresinde binalarla Malta’nın güzel semtlerinden olduğu belli. Buradaki Crudo adlı mekanda kahvaltı yaptık. Şirin güzel bir kafe. Kahveleri çok lezzetli. Arkadaşlarım foccacia sandwich yediler ve çok memnun kaldılar. Ben ise avocado ve somonlu çavdar ekmekli açık sandwich yedim. O da çok lezzetliydi. Manouche da bir başka güzel kahvaltı için gittiğimiz mekandı. Burası bir Fransız bistrosu konseptinde. Eggs Benedicti ve Eggs Manouche’u çok başarılıydı.
Sliema’da ise Giorgio’s Cafe’de öğle yemeği yedik. Ben madem Malta’nın tavşanı meşhurmuş dedim ve tavşanlı spaghetti tercih ettim. Gerçekten aşırı beğendiğim bir yemek oldu. Olay tavşanda değil de sosundaydı.
Marsaxlokk:
Adanın en güneyinde yer alan balıkçı koyu. Gittiğimizde fırtana vardı. O rüzgarda yine de drone kullanmayı başardım. Çok başarılı olduğum söylenemez ama yine de birkaç tane güzel görüntü yakaladım. Burası çok sevimli bir yer. Geleneksel Malta teknelerinin olduğu yan yana İtalyan ve deniz ürünleri restoranlarının sıralandığı bir kasaba. Pazar günleri balık pazarı kuruluyor. Biz Matthews adlı balık restoranında öğle yemeği yedik. Bu kez tercihim bir başka Malta yemeği olan Lampuki adlı balık oldu. Özellikle Malta ve Gozo adası arasında olan bölgede yakalanan bir balık cinsi Lampuki. Ağustos sonu itibari ile bu bölgeye göçüyorlar ve Sonbahar boyunca yakalanıp tazesi yeniliyor Malta’da. Ben de mademe sonbaharda geldim kaçırmayayım dedim ve ızgara lampuki yedim. Güzel bir balık. Ayrıca tart içine konularak da yeniliyor.
YORUM BIRAKIN