“Knez Mihailov”a gezimizden sonra artık yorulduğumuz için otelimize dönüp akşam yemeğine kadar dinlendik. Saat 8 civarında cafe, restoran ve barlarıyla ünlü olan “Skadarlija” adlı sokağa gittik. Yemeğimizi arkadaşımızın tavsiyesi ile burada bulunan restoranların en ünlülerinden biri olan “Tri Sesira”da yedik. Restoranın ismi üç şapka anlamına geliyor. Menüsü Sırp mutfağından oluşuyor. Canlı müzik yapan çalgıcılar her masanın yanına gidip şarkılarını söylüyor. İstek şarkılar isteyebiliyorsunuz. Bizim için Türkçe bile çalıp söylediler.
Restoranda genelde yemekler ortaya servis ediliyor ve paylaşılıyor. Biz de bir kaç çeşit başlangıç ile iki çeşit ana yemek sipariş ettik. Başlangıç olarak fırınlanmış keçi peyniri (Peceni Kozji Sir-590 Dinar/14 TL), panelenmiş içi peynir doldurulmuş kırmızı biber (Paprike Sasirom-380 Dinar/9 TL) ile peynirli Sırp böreği (Gibanica-360 Dinar/9 TL) istedik. Ana yemek tercihimiz ise biberli peynir soslu pastırmalı biftek (Biftek Sisera-1390 dinar/33 TL) ile içi jambon ve peynir doldurularak panelenip kızartılmış tavuk (Escalope Karadorde-940 Dinar/22 TL) oldu. Tercihlerimizin hepsinden memnun olsak da masadaki herkesin ortak favorisi peynir dolgulu biber ile biftekti. Yemeğin yanında Erik’den yapılan ve Sırplara özgü bir Brandy çeşidi olan ve shotlar şeklinde içilen içkiden (Slivovitz-4590 Dinar/100 TL) sipariş ettik. Erik aromalı viskiye benzeyen tadıyla “Slivovitz” oldukça güçlü. O yüzden shot sayınıza dikkat etmelisiniz. Yine posiyonların büyük olduğunu hatırlatmamda fayda var…
Tri Sesira’dan sonraki durağımız ise biraz eğlenmek için gittiğimiz “Club Sova” adlı gece kulübüydü. Güzel müziklerin çaldığı gelen kitleninde düzgün olduğu eğleceli bir yerdi. Tek problem içeride sigara içilebildiği için aşırı derecede duman altı olmasıydı. Bu arada Belgrad’da gece kulüplerine rezervasyonsuz girmek neredeyse imkansız. Bize eşlik eden Belgradlı arkadaşlarımızdan öğrendiğime göre “Ada Ciganlij”a dedikleri, Sava nehrinde bulunan adanın kenarında yaz aylarında açık kulüpler mevcutmuş ve burada eğlence çok daha iyiymiş. Ayrıca Ada’da bir plaj varmış ve buraya Belgrad’ın denizi deniliyormuş. Hava soğuk olduğundan Ada’yı bu seferlik gezimize katmadık.
Pazar sabahı doğal olarak geç uyandığımız için kahvaltıyı otelde değil dışarıda yaptık. Bir gün önce önünden geçerken börek ve kurabiyelerine bakakaldığımız Toma adlı fırına gittik. Toma’da çeşit çeşit hamurişi ürünleri mevcut. Ayrıca dilim pizza da satıyorlar. Ben bir dilim peynirli börek bir dilimde mantarlı ıspanaklı pizza yedim. İkiside birbirinden lezzetliydi.
Toma’nın ardından Kuzey ve Güney izleyicilerinin çok net hatırlayacağı “Makara Tatlısı” yemek için yan dükkana geçtik. Dükkanda bu tatlıya “Chimney Cake” adını vermişler. Rulo halde fırınlanan hamur önce beyaz veya siyah çikolataya batırılıyor sonra arzuya göre fındık, badem, ceviz, toz şeker veya hindistan şekerine bulanarak servis ediliyor. Hem görünüşü güzel hem de lezzetli bir tatlı. Türkiye’de de varmış ama hiç denememiş olduğumuz için hepimize ilginç geldi.
Lezzet turu bitince sıra Belgrad kiliselerini görmeye geldi. İlk olarak “Tasmejdan”da yer alan “St. Mark’s Kilisesi”ne gittik. 1940’da tamamlanmış olan kilise’nin içi, kubbesi siyaha boyanmış olsa da güzel ve etkileyici görünüyordu. St. Mark’s Kilisesinden sonra ise “St. Sava Kilisesi”ne gittik. Dünyanın en büyük katolik kilisesi olan St. Sava’nın yapımı halen devam etmekte. Kilise mimari olarak Aya Sofya’yı andırıyor. Osmanlı Paşalarından Sinan Paşa’nın Aziz Sava’yı öldürüp gömdüğü yere inşa edilmiş.
St. Sava’yı gezdikten sonra hemen karşısında bulunan “Cafe & Factory” adlı kafe’ye oturup biraz dinlendik. Kafe menüsünde birbirinden ilginç kahve çeşitleri bulunuyor. Şimdiye kadar içtiğim en güzel sıcak çikolatalardan birini burada içtim diyebilirim.
Kahve molasından sonra Nato’nun 1999 yılında bombaladığı Sırbistan Savunma Bakanlığını görmeye gittik. Binalar bombalandığı günden bu yana dokunulmadan bırakılmış. Söylenenlere göre yenilemek için hükemetin yeterli parası yokmuş. Savaşın soğuk yüzü binayı görür görmez yüzünüze çarpıyor. Bu arada biz fotoğraf çekmeye başladıktan bir kaç dakika sonra bir asker gelip arkadaşımızdan fotoğrafları hemen orada silmesini istedi. Neyseki benim fotoğraflarımı sildirtmedi. Türk olduğumuzu öğrendiğinde de garip bir yüz ifadesi takındı ve biz oradan uzaklaşıncaya kadar peşimizden bakıp durdu. Zaten google’da binlerce fotoğrafı olan bir yerin fotoğrafının çekilmesinden neden rahatsız oldular anlam veremedik…
Tüm bu yerleri gezerken karşımıza eskiden saray olan şimdi ise Cumhurbaşka’nın çalışma ofisi olan “Stari Dvor” ve Sırbistan Meclisi olan “Narodna Skupstina” çıktı. Dileyenler turist ofislerinden her iki yapıyı da gezmek için bilet alabilirler. Biz vaktimiz kısıtlı olduğundan dışardan seyretmekle yetindik.
Geri dönüş vaktimizin yaklaşmasıyla otelimize yakın olan Knez Mihailova caddesine gitmeye karar verdik. Caddeyi kesen sokaklardan biri olan Vuka Karadzica’da bulunan “Balkanski Spijun” adlı kafe’ye bir şeyler içmek için gittik. Kafe’nin ismi oldukça ilginç. Balkan Ajanı anlamına geliyor. İçindeki antika radyoları, aynaları, duvar saatleriyle bir eskici dükkanını andırıyor. Ayrıca duvarlarında Sırp filmlerinden kareler yer alıyor. Kafede bir Sırp bira markası olan “PilsPlus”ı denedik. Bira sevenler için Sırpların diğer bira markaları “Lav” ve “Jelen”…
Balkan Ajanı’nın hemen yanında “Moritz Eis” adlı bir dondurmacı yer alıyor. Dışarıdan hemen dikkatinizi çekiyor. Hem dekorasyonunu çok beğendim hem de dondurmalarını. Baklavalı dondurması ise son derece yaratıcı ve bir o kadar da lezzetliydi.
Belgrad Bölüm I için Tıklayın….
Tadında Seyahatler…
1 Comment