Petra’nın fotoğraflarını görüp büyülendiğim andan itibaren Ürdün beni sürekli çağırıyordu. Bir çok Ortadoğu ülkesine gitmiş olmama rağmen fırsat bulup Ürdün’e gidememiştim. İyi ki Türk Hava Yolları Akabe’ye direk uçuyor ve iyi ki Akabe Turizm ofisi ile bir pazarlama anlaşmasına imza attı ve bende Gezimanya ile davet edilen basın mensupları arasında yer aldım yoksa yine öteleyip duracaktım bu güzel ülkeye seyahatimi.
Türk Hava Yolları, Akabe Turizm Ofisi ile imzaladığı anlaşma ile yolcularına Petra gibi tarihi ve turistik yerlere girişte indirim imkanı sağlıyor. 90 usd’lik Petra girişinde %15 indirim hiç de fena sayılmaz. Ayrıca havayolu, Kızıldeniz’e gidecek dalış tutkunlarının da dalış tüplerini ücretsiz taşıyor.
İmza töreni için davet edildiğimiz Akabe, İstanbul’dan 3 saatlik bir uçul mesafesinde. Akabe, Ürdün’ün sahil şeridi ve en turistik yerlerinden. Turizme destek amacı ile buraya ekonomik özerklik verilmiş. Toplam sahil şeridi 27 km.
İmza töreninin dışında bizler için Akabe, Petra ve Wadi Rum’u içine alan bir dolu dolu bir program hazırlanmıştı. İlk durağımız Bedevilerin halen yaşamlarını devam ettirdikleri Wadi Rum adlı çöl ve tepelerden oluşan bölgeydi. Çöl ve tepeler diyince ne var bunda diye düşünebilirsiniz ama Wadi Rum kızıl kumları ve kızıl tepeleri ile kızıl gezegen Mars’ın bir kopyası. Vadilerin şekilleri çok enteresan. Zaten uzay filmlerine sıkça set olmuş bir yermiş Wadi Rum. Burada Bedevi yemeği yedik, Bedevi kahvesi pişirip yudumladık ve çölde çay keyfi yaptık. Sonra hayatımda ilk kez deveye burada bindim. Doğrusunu söylemek gerekirse çok rahatsız ve birazda korkutucu bir deneyim deve sürüşü. Çöldeki zamanımız konaklamanın da yapıldığı kamplardan olan Rehayeb’de geleneksel bir akşam yemeği ile son buldu. Bu arada çöl gece olunca kapkaranlık ve ürkütücü ama kesinlikle farklı bir deneyim olduğunu ve gündüz çok etkileyici olduğunu belirtmeliyim.
İkinci günümüze ise dünyanın en güzel dalış yerlerinden biri olan Kızıldeniz’de dalış deneyimi yaşadık. Benim için ilklerden biriydi. Şnorkel denemiştim ama tüplü ilk kez daldım. Kral Abdullah tarafından 30 yıl önce batırılan batığa yaptığımız dalışta gördüğüm mercanlar, yüzlerce renkli balık cinsi beni çok etkiledi. Kesinlikle dalışı dersleri almaya karar verdim.
Ve sonunda sıra Petra’ya geldi. Öncelikle Petra’nın büyüleyici atmosferini gece soluduk. Binlerce mum ile aydınlatılan Petra’nın 1,3 km’lik girişini yürüdük ve o çok bilinen meşhur hazina binasının önünde ses ve ışık gösterilerini izledik. Tarih edilemeyecek güzellikteydi. Ertesi gün ise önce imza törenine katıldık, ardından da Petra’yı bir de gündüz gözüyle görmek için bu harika şehrin yolunu tuttuk. Petra şehri bana Kapadokya ve Efes’in bir karışımını anımsattı. Coğrafi şekilleri Kapadokyaya, şehirde Efes’e benziyor. Meşhur hazine binası en çok bilinen yapı Petra’daki ama asıl şehir çok büyük ve geri kalanını gördüğünüzde gözlerinize inanamıyorsunuz. Burası da Indiana Jones’dan James Bond’a bir çok filme ev sahipliği yapmış. Kızıl kumları sebeniyle gül rengi şehir olarak da biliniyor. Çok yorulanlar için at arabaları bulunuyor. Ancak pazarlığınızı iyi yapmanız gerekiyor çünkü sonradan üzerine bir de bahşiş isteyebiliyorlar. Bizden bir sürüş için 20 Dinar üzerine de bahşiş istediler. Bir de at sahipleri fotoğtaf çektirmeye pek gönüllü değiller haberiniz olsun.
Ürdün’de gittiğim gördüğüm bu üç farklı yer beni çok etkiledi. Bunca zamandır neler kaçırıyormuşum diye hayırlanmadım değil. 3 saatlik direk uçuşla bütün bu güzelliklere kolayca ulaşılabiliyor.
YORUM BIRAKIN