İsviçre’deki son günümüzde sabah erkenden kalktık ve önce Luzern’i gezmek için yola çıktık. Şehir merkezindeki Migros’un altında bulunan otopark’a arabamızı parkettik. Bu park yeri konum olarak çok iyi bir yerde çünkü çıkar çıkmaz kendinizi Luzern’in en hareketli alışveriş caddesi Hertensteinstrasse’de buluyorsunuz.
Bu bölgede bulunan Heine Cafe & Patisserie’de kahvaltımızı edip biraz mağazaları dolaştıktan sonra Luzern gölünde vapurlarla bir tur atmak için vapur iskelesine gittik. Luzern gölü çok büyük ve etrafında irili ufaklı birçok şehir ve kasaba bulunuyor. Tam bir göl turu atmak isterseniz bu yaklaşık 5,5 saat sürüyor ve ücreti de 75 İsviçre Frangı. Biz daha kısa bir deneyim yaşamayı tercih ettiğimiz için Luzern’e yakın duraklardan biri olan Weggis adlı kasabaya gidip dönmeye karar verdik. Bunun içinde kişi başı 38 Frank ödedik. Hiç ucuz değil anlayacağınız.
Vapurların ister içinde ister de dışında oturabiliyorsunuz. Üst kat first class yolcularına ayrılmış. Alt katta bir kafe bulunuyor. Weggis’e yarım saatte ulaştık. Burası köy ile kasaba arasında bir yerleşim yeri. Ama küçük küçük bir sürü otele ve restorana sahip. Yürüyerek 10-15 dakikada bir uçtan diğerine gezebiliyorsunuz. Biz de biraz dolaştıktan sonra üstü otel altı restoran olan göl kenarındaki mekanlardan birinde birşeyler içmek için oturduk. Weggis’in dinginliğini ve güzel doğasını çok beğendik. 1 saat kadar oturduktan sonra Luzern’e geri dönen vapuru yakalamak üzere kalktık.
Luzern’den arabamıza atlayıp kalan vaktimizi Zürih ile değerlendirmeye karar verdik. Ne de olsa İsviçre’de her yer biribirine en fazla 1 saat uzaklıkta… Zürih’e yaklaşık 45 dakikada ulaştık. Şehir merkezinde yol kenarına bir yere park edip dolaşmaya başladık. Öncelikle ıhlamur ağaçları ile kaplı şehrin en önemli alışveriş caddesi olan Bahnhofstrasse’ye gidip şöyle bir dolaştık. Buradan göl kenarına kadar gittik. Biraz göl havası aldıktan sonra tekrar geri dönüp şehrin eski bölümü old town’ı gezdik. Rastgele bir kafede kahve molası verdik ve artık acıktığımız için yemek yiyebileceğimiz bir yere gitmeye karar verdik. Zaten park için ödediğimiz süre de dolmak üzereydi.
Arabayla Zürih çevresinde dolaşırken Seefeldsstrasse adlı restoranlarla dolu bir caddeye denk geldik. Burada Iroquois adlı bir burgerci hemen dikkatimizi çekti. Arabayı hemen yan tarafındaki sokağa park ettik ve bu pek popüler burgercide yerimizi aldık. Hamburger çeşitlerinin yanısıra menüde salatalar ve nachos gibi seçeneklerde bulunuyordu. Benim dikkatimi çeken ise Karpuz ve feta peynirli ıspanak salatası oldu. Tabiki hemen sipariş ettim. Ardından da hamburger tercihim Avakadolu Burger oldu. Ekmeğini de chibatta olarak seçtim. Salata da burger da iyiki burayı tercih etmişiz dedirtti bize. Giderseniz aklınızda bulunsun Iroquois…
Yemeğin ardından Luzern’e dönmek için yola çıktık. Tabiki çok kısa bir Zürih seyahati oldu. Buraya mutlaka tekrar gelmek gerek. Ama şehirle ilgili en çok dikkatimi çeken şey diğer İsviçre şehirlerine göre insanların çok daha elegant ve havalı duruşuydu. Erkeklerin çoğu bir finans merkezi olmasından ötürü takım elbiseli kadınlarda oldukça bakımlıydı. Ama bu sıradan bir çıklık değildi. Kendilerine has şekilde renkli gömlekler, dar İtalyan kesim takımlar ve tarz ayakkabılar şeklindeydi…
Luzern’e döndüğümüzde hava henüz kararmamıştı. Bizde fırsatı değerlendirip, şehir merkezinde bulunan meşhur tahta köprü Kapellbrücke’nin olduğu yere gittik. İyiki gitmişiz çünkü gün batımında burası harika görünüyordu. Biraz dolaştıktan sonra Reuss kıyısındaki kafelerden birinde oturduk ve rosemizle birlikte günü bitirdik…
YORUM BIRAKIN