Avrupa’da gitmediğim nadir ülke kaldı. Geçtiğimiz aya kadar da İsviçre bunlardan biriydi. Bayram tatilini fırsat bilip seyahat planımızı gittiğim 47. ülke olan İsviçre’ye yaptık.
Avrupa’nın bu etliye sütlüye karışmayan bağımsız ülkesi ile ilgili kulaktan dolma bilgilerle hep bir sıkıcıymış ön yargım vardı. Kışı sevmediğim için İsviçre bana hiç cazip gelmedi. Ancak gidersem yazın gider yemyeşil dağlarını, ovalarını ve pırıl pırıl göllerini gezerim diye düşünüyordum. Kısmet geçtiğimiz bayramaymış.
Evet İsviçre’ye gitmeye karar vermiştik vermesine ama neresini görmeliydik. İsviçre denilince akla Zürih, Lozan, Bern ve Cenevre gibi şehirler otomatikman geliyor. Ama bir sürü de pek fazla bilinmeyen köyü, kasabası ve şehri de bulunuyor. Nereden başlamalıyım, nerede kalmalıyız, hangi göllere gitmeliyiz vs vs gibi bilgileri bir araya toplayıp seyahat programımızı oluşturmak için yalnızca 1 haftalık bir vaktim vardı.
Eşe dosta ve bloglara danışarak Basel’e inmeye, oradan araç kiralayarak ülkenin batısını gezmek için başkent Bern’i merkez olarak kullanmaya, doğusunu gezmek içinse Luzern’de konaklamaya karar verdik. Sonrasında da kalan günlerimizde Almanya’nın Kara Orman bölgesine, Fransa’nın da Alsace şarap bölgesine gitmeye karar verdik.
Bayram tatilinin ilk Cumartesi günü akşam üzeri Basel havalimanına vardık. 3 farklı ülkeye çıkış kapısı olan Basel havalimanı bu özelliği ile oldukça ilginç. Hem Almanya’ya (Freiburg) hem Fransa’ya (Mulhouse) hem de İsviçre’ye (Basel) çıkış yapabiliyorsunuz. Küçük bir havalimanı olduğu için çıkışınız da çok çabuk ve kolay oluyor. Hemen önceden rezerve ettiğimiz aracımızı alıp, 1 saat uzaklıktaki Bern’e doğru yola çıktık. Bern’de eski şehre 2 dakika yürüme mesafesinde yer alan Hotel Allegro Künsaar adlı otelde kaldık. Bern’de konaklamamızın sebebi, hem dediğim gibi batıdaki şehirlere yakın olması, hem de ülkenin başkenti olup, gezip görülecek çok yerinin olmasıydı.
Akşam yakınlardaki bir restoranda (Le Mazot Restaurant) daha önceden hiç denemediğim fondue tadımı gerçekleştirdik. Peynir tıpkı bir kuymak gibi bir kapta eritiliyor ve sizlerde çubuklarınızla ekmeklerinizi veya haşlanmış patateslerinizi bu lezzetli peynire batırıyorsunuz. Lezzet olarak çok beğensek de eritilen peynirin kokusu bize çok ağır geldi. Bu koku aslında İsviçre’nin çoğu yerinde karşınıza çıkıyor. İsviçre peynirleri genellikle böyle ağır kokulu… Fondue ile birlikte ayrıca yine İsviçre’ye özgü bir yemek olan rendelenmiş patatesle yapılan Röşti’yi denedik. Mantarlı, jambonlu, peynirli vs.. gibi çeşitleri olan Röştü’yi ben çok beğendim. Bu arada İsviçre dedikleri gibi çok pahalı. 20-25 İsviçre Frangından aşağı yemek neredeyse yok menülerinde! (Frank neredeyse Euro ile aynı)
Ertesi gün güne küçük bir Bern turu ile başladık. Şehrin UNESCO koruması altında olan eski şehrini gezdik. Ünlü saat kulesini (Zytglogge), Einstein’in evi ve kafesini, ayı parkını ve gül bahçesini gezdik. Bern’in ortaçağdan kalma eski şehri büyüleyici. Hele etrafından bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla akan zümrüt yeşili Aare nehri ile ortaya çıkna manzara tek kelimeyle bir harika. En güzel de görülen yer Rosengerten yani gül bahçesi. Dilerseniz burada bulunan restoranda manzara ile birlikte birşeyler yiyip içebilirsiniz. Yazları Aare nehrinde İsviçreliler yüzme keyfi yaşıyormuş. Oldukça debili akan bu nehirde yüzmek aslına bakarsanız bir cesaret işi. Bir noktadan suya girdiğinizde su sizi sürüklüyor ve kıyı boyunca insanların çıkmasına yardım etmeyi amaçlayan demirlere uzanıp ancak sudan çıkabiliyorsunuz. Çok iyi yüzme bilmeniz gerektiğini hatırlatmama gerek var mı?
Bern’i dolaştıktan sonra arabamıza atlayıp ülkenin batısına doğru gitmeye başladık. İlk durağımız İsviçre’nin en ünlü kasabalarından biri olan ve Gravyer peyniri ile nam salmış olan Gruyere oldu. Gruyere, Bern’e yaklaşık 40 dakika uzaklıkta. Bir tepenin üzerinde yer alan bu tarihi kasabaya arabanızı aşağıdaki otoparklardan birine park ederek yürüyerek çıkıyorsunuz. Gözünüz korması çünkü çok fazla değil yürüyüş mesafesi. Gruyere çok şirin bir yer. Yine UNESCO dünya mirası listesinde. Restoranlar, oteller ve hediyelik eşya dükkanları ile dolu. Şöyle bir kasabayı baştan sona gezip, gördüğümüz bir otel restoranına oturuyoruz. Burada da yine İsviçre lezzetlerini tadıyoruz. Raclette, ızgaranın altında eritilen peynirin ekmeğinize sürerek yenildiği bir yemek çeşidi. İsviçre usulü tost da denedik. O da tek ekmek dilimi üzerine eritilmiş peynirle yapılıyor. Anlayacağınız İsviçre mutfağında hemen herşeyde peynir mevcut… Raclette gerçekten çok başarılı. Şuan düşününce bile canım çekiyor!
Gruyere’de yapabilecekleriniz arasında kaleyi gezmek, Gruyere peynir yapımını deneyimlemek ve nefis bezelerinden yemek gibi seçenekler var. Biz yemeğimizin ardından daha da batıya gitmek üzere Gruyere’den ayrıldık. Sonraki durağımız Cenevre yada Lac Leman adıyla bilinen gölün kenarında bulunan Montreux oldu. Montreux’a gitme sebebimiz, İsviçre’de mutlaka görülmesi gerkenler listesinde mutlaka yer alan Chateu De Chillon adlı şatoyu görmekti. Ama şehre gidince iyiki gelmişiz dedik. Meğer Montreux Akdeniz iklimi hakim olan bir bölgede yer alıyormuş. Göl kenarındaki tepelere doğru uzanan şehrin mimarisine bayıldık. Biraz Monako, biraz da Cenova karışımı harika bir şehir. Göl değil de sanki deniz kenarında gibi. Chateu De Chillon 11. yüzyıldan kalma bir şato. Hemen gölün kenarında yer alıyor ve etrafı sularla çevrili. Şatoyu 12,5 İsviçre Frank’ına gezebiliyorsunuz. İçeride o döneme ait sergiler bulunuyor.
Monterux’de dikkatimizi çeken şey insanların göl ile olan iç içe yaşamlarıyda. Gölde her türlü su sporu yapılıyordu. Kimisi yüzerken, kimi kano, kimi de deniz bisikleti keyfi yapıyordu. Bir yandan da yamaç paraşütüyle muhteşem manzranın tadını çıkaranlar da vardı. Bu arada biz gittiğimizde yani 3 Temmuz’da Montreux’de dünyaca ünlü caz festivali düzenleniyordu. Vaktimiz olmadığı için kalamadık. Aklınızda bulunsun!
Montreux’den sonraki durağımız ise Lozan oldu. Yaklaşık 40 dakikada Montreux’den Lozan’a ulaşılıyor. Lozan’ın Ouchy adlı en hareketli semtine gidip arabamızı parkettik ve şehri gezmeye başladık. Bu arada İsviçre’nin her yerinde kolayca araç park yeri bulabiliyorsunuz. Biz o yönden hiç sıkıntı yaşamadık. Ouchy’nin marina bölümünden restoran ve kafelerinin olduğu kısma gidip Hotel Angleterre’nin kafesinde oturup birşeyler içtik. Sonra sahilde biraz yürüdükten sonra Hotel Aulac’in restoranı olan Restaurant Le Pirate’da akşam yemeğimizi yedik. Ben yemekte yöreye özgü göl levreğinin tadına baktım. Tereyağlı ve sirkeli balığın tadı oldukça lezzetliydi.
Lozan’da bulunduğumuz akşam Avrupa Futbol Şampiyona’sının çeyrek final maçı oynanıyordu ve maç Fransa ile İzlanda arasındaydı. Lozan İsviçre ve Fransa sınırında yer aldığından sahilde kurulan dev ekranlarda maçı izleyen kalabalığın neredeyse tamamı Fransa’yı destekliyordu. Bu arada Cenevre gölünün 3’te 1’i Fransa sınırları içinde yer alıyor!
Lozan’daki yemeğin ardından Bern’deki otelimize gitmek üzere yola çıktık. Ertesi gün daha görecek çok yerimiz vardı. İsviçre gezimiz gelecek bölümüyle devam edecek. Bu arada Gruyere, Monteus ve Lozan videosuna youtube kanalımdan göz atmayı unutmayın!
YORUM BIRAKIN